Gelincik


O narin ince boynunu,
Rüzgarla sallar bükersin.
Soğuk mezar taşlarına,
Sıcaklığınla hayat verirsin.

Kimsesiz, yalnız yığınlar.
Bir tek seninle var.
Sen yoksan hüzün var.
Hasretin herkesi yakar.

İncinmeye gelemezsin.
Çünkü sen çok narinsin.
Seni koparanlara küsersin.
Sen nazlı bir çiçeksin.

Her zaman vefalısın.
Bir nefes kadar yakınsın.
Sıcaklığınla sararsın.
Her yeri kaplarsın.

Hayat verirsin toprağa.
Kök salarsın her tarafa.
Bir ara kaybolursun karakışla.
Tekrar dönüşün olur baharla.

Hem hüzün, hem hasret.
Seninle birlikte anılır.
Bizi bırakıp gittiğinde.
Ayrılık çok acıdır.

Bilmem seni neden koparırlar.
O güzel çiçeğine kıyarlar.
Zaten ömrün çok kısa.
Gönlünce ömrünü yaşa!

Uzanırsın o ıssız,
Bucaksız tarlalarda.
Sararsın buğday başaklarını,
Tüm sıcaklığınla.

Tarlalarda boy verirsin.
Buğdaya tüm sevgini verirsin.
Sonra ekmek olup gelirsin.
Soframıza tat verirsin.

Zarif, nazlı bir gelin gibisin.
Rüzgarla dans edersin.
Çiçeklerin içinde bir tanesin.
Sen gelincik çiçeğisin.

Mustafa Kaynak, 10 Eylül 1998

Fırat

Türküler, ağıtlar yakılır sana.
Kim bilir kaç kişi,
Can verdi suyunda.
Ne olur bu kadar zalim olma!

Hırçın suların zapt edilmez.
Çılgınca akar, kimseyi dinlemez.
Nice ocaklar söndü senin yolunda.
Nice yüreklere ateş düştü uğrunda.

İstersen ovalar hayat bulur.
Senin bereketli sularınla.
Binlerce yıldır akarsın.
Bu güzel topraklarda.

Kiminin evine matem oldun.
Ocaklar söndü, ölüm getirdin.
Kiminin evine bereket oldun.
Ocaklar güldü, bolluk getirdin.

Bilirim ikiz kardeşin,
Sensiz yapamaz.
Elbet buluşur yolunuz.
Dicle senden ayrılamaz.

Farklı yerlerde doğarsınız.
Birbirinizden asla ayrılamazsınız.
Her ikinizin de kısmeti var.
Anadolu gibi şefkatli bir ananız var.

Bir ananın iki farklı evladısınız.
Yoktur birbirinizden farkınız.
Biriniz Fırat, biriniz Dicle.
Sonunda buluşursunuz aynı yerde.

Mezopotamya hayat buldu.
Suyunuz ne durdu ne kurudu.
Kim bilir daha kaç yıl beraber,
Bu topraklar sizinle birlikte güler.

Bazen sana kızarım,
Bazen seni severim.
Her günümüz bir olmaz.
Bir baba, bir evlat gibi.

Bazen can yoldaşım.
Bazen baş düşmanım.
Nedir bu bitmez öfken?
Artık gel barışalım!

Hem ağlatır, hem güldürürsün.
Seni anlamak zordur.
Dost musun, düşman mısın?
Seni anlamak ne mümkün!

Binlerce yıldır can alırsın.
Yine suların doymaz.
Daha ne kadar can,
Senin yolunda olsun kurban!

Yakılan ağıtlar, göz yaşları,
Hepsi senin yüzünden.
Nice ocaklar söndürdün.
Kör olası bitmeyen öfkenden.

Derindir suların yol vermezsin.
Neden öfkeni yenemezsin?
Sevenleri ayırma birbirinden.
Bunun hesabını veremezsin.

Ölüme susamış suların.
Doymaz can almaya.
Yeter artık Fırat!
Ne olur gel artık yola!

Mustafa Kaynak, 16 Aralık 2008

Annem


Güzel annem, canımın içi.
Çok özledim seni.
Zamansız bırakıp gittin beni.
Ortada kaldım bir öksüz gibi.

Beni bedeninde taşıdın.
Günlerce, aylarca bıkmadın.
İlk gözümü açtığımda,
Yanımda hep sen vardın.

Bana sevgini verdin.
Bir karşılık beklemedin.
Geceni uykusuz geçirdin.
Hiç şikayet etmedin.

Hep başımda beklerdin.
Bıkmadan ninniler söylerdin.
Beni büyütmek için.
Kim bilir, ne sıkıntılar çektin?

O uzun karanlık geceler.
Dilleri olsa da söyleseler.
Nasıl geçti dakikalar, saatler?
Bitmeyen o günler, geceler.

Bana sütünü verdin.
Beni hep gözledin.
Geçti bütün mevsimler.
Bitti aylar, seneler.

Yavaş yavaş büyüdüm.
Seninle geçti her günüm.
Gecem gecen oldu.
Gündüzüm seninle doldu.

Kaç mevsim geçti.
Yaz, bahar oldu.
Anamın kızıl saçları,
Kar beyaz oldu.

Düştü elden, ayaktan.
Bakıma muhtaç oldu.
Oğlu çok uzaklardan.
İçi yanar, çare yoktu.

Bütün gün dışarıya bakar.
Pencere camından, çaresiz.
Gözleri oğlunu arar.
Çok uzaklardan, ümitsiz.

Ne bir haber gelir.
Ne de bir mektup.
Gözleri yollarda bekler.
Yüreği çok buruk.

Sonra acı bir haber,
Hemen oğluna gelir.
Acele yetiş derler,
Kara haberi verirler.

Tam ikindi vakti,
Sessiz bir bekleyiş var.
Annemin nazik bedeni,
Soğuk musalla taşında yatar.

Zaman geldi dediler,
Annemi benden istediler.
Kara toprağa verdim annemi.
O gün kaybettim gerçek yarimi.

Mustafa Kaynak, 30 Temmuz 2015